20 Ağustos 2010 Cuma

Babalar ve Oğulları

Annemin sesi bahçeden geliyordu.

_Ayol Nimet gördün mü kızın çeyizini? O ne havlular, o ne yazmalar, o ne karyola takımları... Aklın hayalin durur...

_Fatma da dedi de. Gidip bakmadım. Sögürcek' tan demi kız?

Yavaş yavaş uyanıyordum. Ellerimi başıma götürdüm, başım kült gibiydi. Uzun uzun gerinip; gözlerimi ovalaya ovalaya açtım. Teskeremi alıp kasabaya geleli dört gün olmamıştı. Askerliğin acısını çıkarırcasına, uzun uzun uyuyordum.

Bu arada annemlerin konuşmaları devam ediyordu.

_Vallahi görmeliydin, Annesinin tek kızı, o mebus yok muydu... Hani bizim zamanımızda... Hah! Reşat bey...İşte onun torunuymuş. Annesi, '' uzağa giderse dayanamam'' diyip okutmamış kızı, hoç kızın da okumakta gönlü yokmuş ya...Gönlü Ali'deymiş meğersem. Tutturu vermiş o olmazsa canıma kıyarım diye...Güç bela razı olmuşlar...Bir torun ya kıyamamışlar belli ki...

Bu arada yavaşça doğrulmuştum yerimden, sırtımda sabun kokulusunun ter kokusuna karıştığı  bir fanila, altımda bana hayli büyük geleni giyine giyine epey örsümüş babamın çizgili pijaması; pencereye doğru yaklaştım. Bir an pencereyi açıp konuşayım annemle dedim ama, bu halimle Nimet Teyzeme karşı bu halimle görünmek ayıp kaçar diye; pencerenin pervazına dayalı, zaten açık olan kanadından dışarıya seslendim.

_Anne... Babam gitti mi köye?

Annem pencere doğru başını çevirdi, beni tül perdeden göremeyince;

_Aaa.... Oğlum uyandın mı? Nerdesin sen göremiyom ben seni... ( Elini başına siper edip, güneşi gözlerinden korumaya çalışarak, benim penceredeki slüetimi gördü) Hah orda mıydın oğlum... Gitti ya... Hatiçe oğlana de, ben çıkıveriyom köye, dedi.. Soner de ikindi arabasıynan, akşam basmadan yetişi versin, dedi.

_ Anne niye kaldırmadın! Bir yandanda saate bakıyordum.

Saat üçe geliyordu.Yüzüm endişeli annemin gelinlik komidinin gözünden çıkardığım beyaz penye çorapları giyiyordum ayaklarıma, bir yandan da annemin duyacağı şekilde sitem etmeye devam ediyordum. Pantolonumu giyerken annem cevapladı beni;

_Aaaa.. Hüseyin! Kıyamadım oğlum... Kaç ay oldu yüzünü görmeyeli? Arkadaşlarından evde kalmaz oldun, bi görüyom, bi görmüyom yüzünü. Boş ver oğlum, yetişirsin.... İkindi arabasına daha bir buçuk saat var. Hem kalı verirsin, bir iki gün...

Canım sıkılmıştı, dün gece babamla beraber gideriz diye sözleşmiştik, kivi işini dedeme sakin sakin ben açacaktım. Babam dedemin damarına basarsa, ortalığı karman çorman edebilirdi.

Ben odada dolanırken, annemin sesi yine geliyordu.

_Bir alım bir güzellik, hele o saçları aman ya Rabbi.. Dalga dalga... Beyaz gelinliğin içinde bir yudum su....

Bir yandan anlatılan gelinin kim olduğunu merak ederken diğer yandan, kapının gıcırdayarak açılan kolunu büküp, banyoya geçtim..

Annem terliklerini banyonun duvarına doğru dikmişti, eğilip terlikleri ayağıma geçirip lavoboya vardım. Kendime gelmek için lavobaya ellerimi dayayarak bedenimin ağırlığını ona verdim. Uyku sersemi yüzüme şöyle bir bakıyım dedim ki, lavobo nerdeyse düşecekmiş gibi duvara monte olan yerinden oynadı. Bu evde ne doğru olurdu ki zaten? Sinirli sinirli onu çıkan yerine yerleştirmeye çalıştım. Yüzüme bir iki su vurduktan sonra, diş fırçamın askerde kullanıla kullanıla perişan olmuş tellerine macunu sürüp ağzıma götürdüm. Bir yandan dişlerimi fırçalarken bir yandan da aynaya bakıyordum. Yüzüm gözüm çok uyumaktan şiş, saçlar kara duman,bu halimle hapis hane kaçkınına benziyordum, bu durum beni gülümsetti hızlı hızlı dişlerimi duruladım. Saçlarımı düzene sokmak için alal acele ıslattım. Kendime uzaktan şöyle bir baktıktan sonra, banyodan çıktım.

Tam mutfağın önünden geçiyordum ki, burnuma garip bir koku geldi...Evet evet bir koku, yanık kokusuydu bu..Ocakta kaynamakta olan aleminyum tencereye doğru koştum, heyecandan el beziyi unuttuğum için elim  tencerenin kapağına dokunduğu anda ''cızzz'' etti. Vay anam!.. diyip  bağırdım. Köşede sıkılmış nemli sarı bezi akıl ettim sonrası, ee tabi o kadar parmaklarım yanarsa bu kadar dahiyane bir fikir normaldi tabi. Onunla kapağı açarken, öteki elimle de ocağın altını söndürdüm.

Tencerenin içindeki kahverengiye dönmüş patatesler, hayli bıkkın görünüyorlardı hallerinden. Anneme mutfağın tezgahının önündeki o küçük pencereyi açıp bağırdım.

_Koş anne koş!...Pattesler yanmış...

_Vayy anam... Gızz Nimet, pattesleri unutu verdik ya biz... Vuuuuu...

Kilolu vücuduyla masaya dayanarak zorla kalktı.

Yüzüm ekşiye ekşiye elimi suya tuttuyordum ki, annem geldi.

Sinirli sinirli bağırıyordum.

_Anne bir gün evi yakacaksın! Dedemin seni evde tutmak istemeyişin nedeni buymuş anlaşılan!... Hay dalgın anne hayy... Ya bir bak, elimi yaktım..

Annem endişeyle elime baktı, pek bir şey olmadığını görünce hemen savunmaya geçti.

_Sus sıpa seni, anne laf yetiştiri verirsen olacağı buydu... Seni de, görciiiz bakam... Dedenle anlaşı vericem miii...Bakam, veriyo mu bahçelikleri sana?

Biraz sakinleşmişti parmağımdaki sızı, mutfak masasının sandalyesine attım kendimi. Derin bir nefes alarak;

_Allahın seversen anne yaa, yine mi o hikaye? Onca yıl oğlum okuyup adam olsun diye yatılılarda okutmadın mı beni? Al işte ziraat okuduk. Bu kivi işi, memleklette yeni...Sen bilmiyon... Tanesi bilmem ne kadar para...

Annem bu masalları çok duyduk kabilinden yüzüme pişkin pişkin baktı. Sonra dönüp, tencereyi lavobonun içine koydu. Suyu açıp, tencer dolana dek hiç konuşmadı. İşi bitince elllerini belinde kurulayarak bana döndü;

_Ben bilmem kivi mi ne diyon...Ama o inatçı deden ölür de, vermez bahçeliklerini... Boşuna mı bıraktım geldim köyü... Rahmetli gayın validemi o öldürdü dertten! Ahhh... Zavvalı gadıncağız... Huyunu gidivercem diyi, yedi bitirdi gendini...

Tekrar tezgaha döndü, kendine söylene söylene tencerenin suyla biraz yumuşamış yerlerini kazımaya koyuldu. Bu haliyle çok sevimliydi. Yavaş ve sinsi adımlarla yanına yaklaşıp belinden kavradığım gibi, o ton ton yanağına bir öpücük konduruverdim. Gülüp, etimi çimdikledi...

_Aaa.. Hınzır oğlum benim... Gelcen mi akşam?

_Bakarım anne... Dedemi ikna edersem, kalırım bir iki günlüğüne...

Dışarıya çıkıp, ayakkabılarımı  ayağıma geçirdim. Nimet Teyze beni gördü. ''Sen nerelerdeydin oğlum'' diyerek çığlığı bastı. Elindeki fasulyeleri yanında ki leğene bırakarak, bana sarılıp kucakladı.

Ellerini öptüm, bir yandan da halini hatrını soruyordum.Nimet Teyzemi çok severdim. Onu taa, köyden taşıp bu mahalleye geleli beri tanırdım, o zamanlar bizi çok sever, sabah akşam onun eve koşup renkli televizyondan Red Kid' i izlerdik. Yanaklarımı avuçlarının içine alarak bir daha, bir daha öptü beni.

_Aaa, benim haylaz oğlum. Sen nasılsın asıl? Uuuu. Bakim senin bu haline. Amanıınn, acayip kararmışın ya sen...

Güldüm, yanındaki sandalyeyi altıma alarak oturdum yanı başına...

_ Ne yapalım Nimet Teyze ya... Bitirdik işte okulu da, askerliği de...Şindi bakcez artık başımızın çaresine... Hem onu boşver de, napıyo o tatlı kızın? O kumkuma bilmiş, büyüdü mü epey?

Nimet Teyze gülürek;

_Ah... Ahhh... Napsın senin tatlı cadın... Kulağında o yeni çıkmış şey... Ne diyorlar ona... Volten mi, molten mi... Diyemedim ya ben, işte ondan... Evde bir oyanı, bir bu yanı... Gören de onu, aşık sanır... Ne iş var ne güç... Şimdi de yaz tatili... Boyna atışı vereyoz... Bu gün kavga gürültü, ben Hatice Yengenlere gidiyom Semih Abi'ni görmeye, sen de gelene deyin camların hepisini sil dedi verdim de, bana ne dedi biliyon mu?... Gelene dek bitiricem, anne göreceksin... Ellerini yukarıya kaldırmış... Vallahi de billahi de bitiricem!...Yetmiş gayri... Çok anlayışsızmışım, güzellikle söyleseymişim, o her şeyi de yaparmış!...

Onun bu halini taklit eden Nimet Teyze hem konuşuyor hem de ikimiz birden katıla katıla gülüyorduk...

_Eeee... Dersleri nasıl bari?

_O cinden neden eksik kalır? Yetişimiycem arkadaşlarıma diye; hırsından ölüyoo...

Konu kocası olan Hayri Abi' ye geldi. Hafif kederli bir iç geçirerek;

_Nolcek oğlum... Bildiğin Balıkçı Hayri işte... Üç kuruş kazanır onu da arkadaşlariynen, içip bitirir... Eve gelince, köşeye sızı verir... Netcen oğlum, hayat böyle işte!... İlkin böle deyildi ya, sonrada o yiyici arkidişleri yaptı onu böyle...

_Ahh Nimet Teyze ahh... Sen varya tam cennetliksin, Hayri Abiyi de bırakıp gitmedin yaa...

Sohbetimizi yanan patateslerin hazin sonunu anlatan annem böldü. Bende yavaşça kalktım.

Nimet Teyze'ye;''Sizin evin ordan gidicem... Nazlı ya bişey diyeyim mi?'' diye sordum o da; '' İki ekmek alıversin'' dedi.

Tamam diyip, bahçenin yamuk duran demir kapısını açtım.Cebimden sigaramı çıkarıp yaktım, gözlerimi kısarak, derin bir nefesle çektim çiğerlerime.. Bu arada cebimdeki kenarları pörsümüş kivi resmi çakmağımı koyarken ilişti elime, çıkarıdım. Umudum o kiviler... Tekrar tekrar, sigaramı tellendire tellendire bakıyordum. İçimden; hele bir bu işi becer, sonra gidip Semra' ya evlenme teklifi bile edersin diyordum, ne keyifliydi onun bu hayalini kurmak...
Bir iki sokak arasından sonra, Nimet Teyze'leri sokağa saptım, tahmin ettiğim gibi Nazlı elinde bez, saçlarını tepesine toplamış, sırıtnda pörsümüş bir tişört, diz izleri belli penye bir picama ile; boyası yer yer dökülmeye yüz tutmuş pencerenin pervazında, pencerenin yukarısını siliyordu. Görmeyeli biraz daha büyümüş gibiydi. Gülümsedim, onun bu genç kız olmaya hayli özenmiş çocuksuluğuna. Daha dün diyordum içimden, beşiğini sallıyorum, bir tabak leblebi için. Onu ilk ben yürütmüştüm.Seslendim ne varki kulağında wolkman vardı.Bir daha seslendim oralı olmadı. İşini bitirip sokağın aşağısında beni görünce;

Aaaa... Soner Abim!.. diye çığlığı basıp, kulağındaki wokmani çıkardı, bir koşum aşağıya indi.

_Napıyorsun cadı, diye sordum gülümseyerek...

Bana sarıldıktan sonra derin bir ah çekti. Biriktirmiş gibi hızlı hızlı;

_Eh iştee. Ne olsun Soner Abi, annemle atışıyoruz, babam bir haftadan beri eve uğramıyo... Bende böyle camlar, mamlar... Bir an evvel okul açılsa da bir kurtulsam şu annemden...

Okul diyince ciddileştim çünkü sevdiğim kız olan Sema; onların okulda öğretmenlik yapıyordu..Hafif kederli bir ses tonuyla Sema yı sordum. O ise Sema öğretmeninin iyi olduğunu, geçenlerde onunla  pazarda karşılaştığını söyledi. Hatta Sema Öğretmeninin annesiyle, Nimet Teyze konuşlarken; Sema'nın onu usulca köşeye çekerek, benim askerden dönüp dönmediğimi sorduğunu söyledi. Heyecanlanmıştım;

_Eee.. Sonra ne oldu? Ne dedin?

Bir haftası kaldı Soner Abimin demiş. Fark etmiş ki, Semanın yüzünün sevince benzer bir şaşkınlık almış. Sonra birşey demeden çekip gittikler Soner Abi...

Bu ''sevince benzer şaşkınlık'' kelimesi beni mutlu, garip bir heyecana sevk etti. Nazlı bu durumumu fark ettiğinden olacak;

_Ama biliyormusun Soner Abi, yeni atanan bir öğretmen var. Adı Ömer... Yani Ömer Başıgüzel... Öteki kız öğretmenler konuşurken durdum, Sema Öğretmenimizi, rahatsız ediyormuş...

Sinir ve kıskançlık dolu bir yığın duygu, o anda hucüm etti beynime.

_Kimmiş lan Ömer... Adamın iliğini sökerim, kızın canını sıkarsa...Canım sıkıldı hay Allah... Moralimi bozdun Nazlı!

Nazlı iki kolunu açıp, ben napıyim türünden omuz silkti. Neyse diyip yanından ayrıldım. Yolda  aklıma Nazlı'ya bakkaldan ekmek almasını tenbihlemediğim geldi, akıl mı bıraktı şu Semra diyordum içimden. Alal acele köyün minübüsüne yetiştim.

...

Minübüse bindiğimde ortalık bayram yerine dönmüştü. Benim askerden yeni geldiğimi bildikleri için hayırlı olsun dileklerini bağırarak söylüyorlar sırtımı sıvazlayıp, işlerimin bundan sonra kolay geçmesi için temennilerde bulunuyorlardı. Hepsine eyvallah diyip bol bol gülücükler dağıtarak yerime oturdum.

Minübüsün kalkış saati geldiğinde, herkes sus pus kesildi. Radyoda bangır bangır Orhan Gencebay,  homurdana homurdana ilerleyen eski pikapla ilerliyorduk. Yolun kenarına doğru uzanan tarlalara, meyve bahçeliklerine, zeytinliklere dalıp gitmiştim. Aklım kurmak istediğim kivi bahçesindeydi.

Beton direklerini, sulama kanallarını, ilaçlama tekniklerini hepsini ama hepsini zihnimin bir köşesinde tekrar tekrar canlandırıyordum. Bir kaç seneye lokum gibi kiviler, diyordum içimden... Kilo işi değil... Tane işi... Bi tuturdum mu var ya... Ahh bi tutturdum mu!...

O düşünceler içinde köye nasıl vardık, gerçekten anlamadım. Minübüsten indiğimde hızlı adımlarla dedemlerin evin yolunu tuttum. Yollarda şalvarlı kadın ve nineler, babamın köyden bir iki ahbabı, bana selam verip hoşgeldin diyorlardı.

Dedemlerin evine varan yokuşun başına geldim. Yokuşun başında bakkallık yapan Ali Amca şişko göbeğinde solgun bir önlük, başında bal rengi kasketi dışarıya fırladı.

_Vayy...  Nasılsın Soner oğlum, diyip sarıldı.

Bir kaç muhabbetten sonra gözüme bir iki akide şekeri paketi ilişti. Dedem bu akideleri çok severdi, bir kaç paket aldım.  Eyvallah diyip, eve doğru yöneldim.

Varmama beş on adım kalmamıştı ki amcamın karısı olan Halime Yengem dış avlunun tahta kapısını gıcırdatarak açtı. Beni görünce heyecanla seyirtip sarıldı. Kapıya yöneldiğimizde içerden gelen bağırtılar beni şaşkın bir telaşa sürükledi. ''Ne oluyor Yenge?'' dememe kalmadı;

_Nolcek oğlum... Babanlan deden... Kapışı veriyolaaa... Şu senin dediğin, meyveye sabep... Onlara aldırma oğlum yaa sen. Üzüverme canı... nı...

Cevap dahi veremeden, kapıyı açtım. Babam ve dedem avludaydılar... Babamın sırtı bana dönüktü, ikinci katın balkonluğundan amcamın çocukları, kavgayı unutup çığlıkla bağırdılar.

_ Aaaa.. Soner Abim!..Soner Abim!...

Dedem çocukların sesiyle bana doğru çevirdi bakışlarını. Kıpkırmızıydı yüzü, beni görünce gözleri daha da açıldı. Oturduğu sedirden zorla kalktı. Ben bana doğru geleceğini düşündüm, fakat sedirin kenarındaki bastonunu ani bir hareketle titreyen elleriyle kaptığı gibi, babamın kafasına indirip vurmaya başladı.

Babam bana doğru koştu. Çocuklar balkondan çığlık çığlığa bağırıyorlardı. Babamın yanına koştum onu baston darbelerinden korumak istiyordum. O ise beni itiyor, ayaklarıma basıp beni geçmek, arka tarafımda kalmak istiyordu.

Dedemin sesi yeri göğü inletiyordu!

_ Amına koduğumun oğulları!... Hele bunlara bakın!.. Benim bahçeliklerimi isteyolar... Namıssız dürzüler!... Siz aklınızlen, bahçeliklerinin tapısını almeye çalışıyonuz benden!...Neymiş kiviymiş!... Ömrümde duymadım ben böyle hekat!...Getmişler gıllı pattesleri baaa... Baba bunceğizler, çok gıymetli!... Çıkın!... Çıkın gidin evimden!... Namıssız dürzüler!... Baba parası yiyicileri!...

Babamla güç bela dışarıya çıktık, sokağın tüm ahalisi dIşarıya dökülmüştü. Amcamın ufaklıkları korkuyla dolu bakışlarla bağıra bağıra ağlıyordu. köyün ileri gelenleri güç bela dedemi içeri soktular.

Bizi de yan taraftaki halamın evine... Babam oturmaya çalıştığı divanın başında, kah oturup kah kalkıyordu;

_ Şeytan deyo, yak amına koduğumun zeytinliklerini!... Görüversin ebesini ayağını... Adamı ayakte ganser eder bu adam!...Öldüm öldüm, bittim... Ömürümü yidi, ömrümü!...

Derin bir nefes alarak oturdu, sesini alçaltarak;

_Sen bu işin üstüne, bir bardak soğuk su iç, dedi.

Öyle dedi... Hakkiten de öyle oldu..

Halamın küçük kızı; elinde buz gibi soğuk su şişesiyle kapıda göründü.

Yanında da bir bardak...