29 Kasım 2010 Pazartesi

Bilinki çok çetin acıta acıta, söke söke...

28 Kasım 2010 Pazar

Babalar ve Oğulları

(Olay, bir köy odasında, üç kişinin arasında geçecektir. Kişiler dede, torun ve babadan oluşur. Dede o an için dışardadır. Genç bir çocuk olan torun ve babası içeriye girerler.)

Baba:

- Uuvv. Gırıldı bacaklarım, babamın gönlüne giriverecem diyin, bu gün bana etmediğini bırakmadın Rıfat!

Oğul:

- Baba başlama gene!

Baba:

-Bir şey mi dedim?

Oğul:

-Yaa , baba sen hasta edersin adamı, bana demiyomuydun; madem toprak bizim için ekmektir. Onu altınla işlemek gerekir diyin...

Baba:

- Benim hiç umudum yok emme... Du bakalım, gandırıvercen mi dedeni?

Oğul:

- Ya ne gandırması baba, Allaın seversen... Bu doplar altın deyom, inanmeyon mu bana, boşuna mı okuttun beni Ziraat fakultesinde...

Baba:

- Oğlum deden, değeşmez!... Ahan da buraya yazeyom. O esgi kafa, inatçı Nizamettin mi? Dünyada... Rahmetli anam onun gahrından öldü. Zeytinlikleri mi? Birdir bir, ikidir iki. Değeşmeez...

Oğul:

- Uf baba ya, tüm hevesimin içine sıçı vedin... Hani gurtulmak isteyodun, zeytin dipliği doplamaktan. Hem dolduru veriyon, hem de götüme tekmeyi goyup, ortada bırakıyon...

Baba: ( Pişkin, pişkin...)

-  Neyse, neyse...

( O sırada küçücük bir susku oluşur. Baba sedire bağdaş yapıp oturmuş, ayagının birinin dibindeki diken, ot parçalarını temizlemekle uğraşır. Dışardan, ayak sesleri gelmeye başlar. Genç ve babası heyecanla ayağı fırlarlar. Dede bastonuna dayana dayana, yavaş adımlarla içeri girer. O sırada başı yere eğiktir, odada birilerinin olduğunu fark etmez.

Dede:

- Of anam... Of ander galasıca eşşeğin terkisi... Gız Nemide!...

( Tam o sırada başını kaldırır)

Oğlu:

- Ooo. Baba sen mi geldin?

( Dede dik dik oğluna bakar, torun atılır.)

- Kim gelmiş, kim gelmiş... Nizamettin Dede nerde kaldın yav... Gözlerimiz yollarda galdı. Bak, görmeye geldim seni...

( Hızla atılıp dedesinin elini öper.)

Dede:

- Tamam, tamam.  Oturu ver bakam. Baban gibin, yalakalığa başlama gene...

Torun:

-Yok canım estağfirullah dede. O nasıl söz? Sen ki benim iki gözümsün. İnan seni okulda o kadar anlattım ki;  proflamı dersin, docentler mi desin, tüm hocalarım senlen danışmak istediler. Hele arkadeşler, bir gün orlara yolumuz düşerse, sırf dedeni görmeye gelicez diyorlar.

Dede:

-Bak hele! Niye?!

Torun:

- Yiğitliğini, gözü pekliğini, gençliğindeki şeyleri anlatıp duru veriyom. Benim dedem deyom, bi başlıyom anlatmaya, ağızları açık kalıyo, inanki.

Dede:

- Hah öyle de. Öyle tabi, benim sayemde işler döneyo. Şu tembel babana baksan; götüne gomuş tarlanın çayırın... O garı gibi hemen, yorulu veriyo... Şehre göçelim baba!... Şehre göçelim baba!... Eee!? Orda ne yiycez? Hiç akıl edmeyo...

Oğlu:

- Baba başlama gene... Hem biz başka bir şey için gelmiştik.

( Dede sözünü keser, oğlunun)

-Geçenlerde Hıncalıların Köyünden Ali' ya rastladım. Dedi Nizamettin Dayı ben garar vedim, zeytinlikler yaşlandı deyom, söküp başka bir meyva eki vericem gayri deyo. Yorulmuşmuş hemi de. Dedim sein aklın yokmu Ali? Heç mi düşünmüyon, babayı, atayı?

Oğul:

- Neyse baba ya. Ağşam ağşam gapatalım bu konuyu. Hem biz şey için...

(Sözü kesilen dede, oğluna azıcık bakar, oralı olmadığını ima edercesine, torunuyla konuşmaya devam eder.)

- Dedim; zeytinlikler yaşlandı dersin Ali. Dersin emme! Onca gursağın yıl boyunca yağını, yiyeceğini, yakacağını temin edersin. Onlar senin hem yazını, hem gışın. Nasıl olur da, bir anda onları yele sele verecem dersin. Onla doyuyon sen...

Oğul:

- Baba boş ver, onları sen...

( Dede sinirli sinirli oğluna bakar. Lafının devamını hararetle torununa anlatmaya, devam eder.)

- Aklını peynirinlen ekmeğinlen, damızlık goyunun gavurmasıylan berabercene mi yidin? Her halım, geçile kafanda çok dolanayo...

Oğlu:

- Baba boşver deyom...

( Dede kızarak oğluna döner.)

- Ulen götünde bızdık mı var seen. Ne ikide bi, lafımı kesip duran?

Oğul:

- Baba, boş ver... Eee... Daha nassın. Halin , sıhhatin?

( Dede toruna şöyle bir bakar. Sonra yüzünü ekşitip; )

- Ulen bu baban var ya bu baban. Gasabaya gidince bir hal oldu. Götünden uyduru vereyo, kibar kibar laflar etmeyi. Yarı Sıçan Hatçe'nin oğlu, yarı alaman efendisi... ( Dede iyiden iyiye yüzünü ekşitir, oğlunun taklidi yapmaya başlar) Eee. Daha daha ne edeyon? Eee. Daha daha ne edeyon? Ebein ayağına terlik geydiriyom, ne edeyim!...

 Baba atılır;

-Baba ne deecem... Geçenlerde buraya bir adam geldi... Yeni bir icad getirmişle... Bir meyve! Dıştan pattes. Ama gıllı gıllı... İçten bildiğin badem, bal... Sanki dersin, huri baldırı, üzüm danesi te içi görüneyo... Adam dedi ki; şu gördüğün meyve var ya...

Dede:

- Eee...

Oğlu:

- Damı damına on beş guruşmuş. Dedim yuh!... Damı damına on beş guruş nasıl olur! Yoksa bu cennet meyvası mı! Yooğ dedi adam. Bu göğden inmedi, denizden de çığmadı. Bildiğin toprağda yeteşeyo.

( Dede oğlunu yansılayarak; )

- Bildiğin doprağda yeteşeyo... Damı damına on beş guruş... Bak hele! Sen ne dedin?

Oğlu:

- Ben de dedim, bu tam babamın işi... Tam, babam gibi bir adama yaraşır... Zeytinlikler ne güne duruvereyo...Yerine bu mevyaladan ekelim...

Dede:

- Yoğ öle demedin...

( Oğlu şaşkın; )

- Ne dedim?!

Dede:

- Bu iş tam babamı gandıracağım iş!..

Oğlu:

- Baba etme gözünü seveyim...

( Dede torununa dönerek; )

- Bu var ya bu. Nasıl bir uymaca akıldır bir bilsen. Sikim hıyar deyiversin biri, duzu alıp goşu vereyo. Durmak, düşünmek, tartmak, biçmek yok...  Rıfat bişi de sen de, şu babanın ağzını gapatı verelim.

Torun:

- Aslında dede.O kadar da kötü bir fikir değil...

( Dede şaşkındır, konuşmasına devam ederek; )

- Nasıl bu kötü bir fikir deel... Oğlum bu safı gandırı vereyolar... Sen de mi inandın?

Torun:

- Yok dede... Gandırmıyolar. onunlan ben konuştum.

Dede:

- Ne sen mi?

Torun:

- Yok ben deyil... Yani ben de. Bir arkadaşımla birlikte.

( Dede bastonuna dayanarak, yerinden doğrulur.)

- Bak hele... Siz benle dalgamı geçeyonuz?

Torun:

- Dede, o nasıl söz?!

( Dede köpürmeye başlar.)

- Yani siz şimdi deyonuz ki, amına go zeytinliğin. Gıllı patteslerden ekive. Para basalım biz köyde... Kim dimiş?... Adamın biri dimiş... Ne demiş? Çok paralıymış... Gesinlikle de, çok pahalıymış...

( Yerinden iyice doğrulur, bastonunu kaldırarak oğlunun üzerine yürür. Torun dedesine engel olmak istemektedir.)

Torun:

- Dede gözünü seveyim dur bir...

( İhtiyar, torununun engelleyen kollarından kurtulur. Oğlunun kafasına bastonu kızgınlıkla vurur;)

- Amına goduğumun oğulları... Hele bunlara bakın! Benim bahçeliklerimi utanmadan isteyolar. Ayranı yoğ içmeye, gamyonlar gider sıçmağa. Ömrümde duymadım ben böyle hekat. Getirmişler gıllı pattesleri bana, baba bunceğizler çok gıymetli, veriver zeytinlikleri bize. Namıssız dürzüler! Baba parası yiyicileri!

( İhtiyarı, güç bela torunu yatıştırıp dışarıya çıkartır. Odada yalnız başına kalan baba;)

- Şeytan deyo, yak amına goduğumun zeytinliklerini. Görü versin ebesinin ayağını.  Yıllardır bize etmediğini bırakmadı, sırf  inadından. Adamı ayagda ganser eder bu adam. Bunca yıldır ömrümü yidi, ömrümü!...

( Oğul içeri girer. Elinde su maşrapası vardır.)

- Soğuk mu len!

SON

25 Kasım 2010 Perşembe

Fadik

Çoğunlukla çarıksız, nasırlaşmış kara ve kaba ayaklarıyla koştura koştura gezerdi Fadik. Onun yerinde sakince oturduğunu, sabit bir şekilde etrafı izlediğini gören, duyan olmamıştı. Köyde düğün, yas evi olsa; anasının etini çimdiklemesiyle güç bela yere çömer, o anda bile oturduğu yerde zikreder gibi salınırdı otururdu.

 Boyu uzundu. İri dalgalı siyah saçları, kalın biçimli dudakları, parıldayan geniş alnı, kaşlarındaki kavislerine gizlice yerleşmiş o ince anlam, ela gözleri, bir an durup insan yüzüne bakıcak olsa, bakanın ruhuna, garip bir şekilde tesir ederdi. Bir şeyi kuvvetlice kavrasa, kolay kolay yorulmaz kendinden geçinceye kadar bilinçsizce çalışırdı. Onun bu hayvansı güçlülüğü ve dehşet uyandıran taşkınlığına karşı, kolay güdülür, kolay yola getirilir bir ruhu vardı. Ev halkının güçlü ırgatıydı Fadik. Babası onu en zor işlere koşuyor; yırtıcı haliyle koşuşturup işini makina gibi tıkır tıkır yapışını zevk içinde izliyordu. Bazen inatlaşır ona verilen işi yapmak istemezdi Fadik.O zaman babası; belinden çıkarıdığı kemerle, onu dehşetten tir tir titretene kadar dövüyor, ona kimsenin dokunup, teselli etmesine müsade etmiyordu. Bir tek Meryem Ablasının kızı küçük Roji; çocuk yüreği ile, teyzesinin geniş omuzlarına, küçücük kollarıyla sarılıp, teyzesini susturmaya çırpınıyordu.

Sigaraları, pöfürdene pöfürdene nasıl bir zevkle içtiği herkesin dilindeydi Fadiğin. Babasının ara ara göz yumduğu bu olay onun için tek keyif, mutlu olma biçimiydi. Evlenme zamanı gelen bütün kızlar, içten içe bu deli kadar güzel olmadıklarından hayıflanır, onun kadar güzel olsalar, kim bilir, hangi gencin aklını başlarından devşireceklerinin düşlerinde gizli gizli kurarlardı. Çoğunluk dağınık saçlarıyla, başına örtü takınmadan öylecene sere serpe gezerdi Fadik. Başını örtsün diye üzerine yürüyen babasına şaşkın şaşkın bakınır '' papi duu... na adım...'' diyerek hiç olayacak birşeyi başına sarardı.

...

Seke seke koşuyordu köyün meydanından. Kahvede, homurdana homurdana bayat çayı içen köylünün  yüzü bir anda ona dönüverdi. '' Gahbenin gızıi deli diyolar da inanasım gelmiyor, Allah vermiş bunca güzelliği, bir gıdım akıl verseydi ne olurdu sanki....Yemin ediyom bu gız akıllı olsaydı, peşinde yedi düvel koşari kan çıkartırdı...''

Bir başka gür bıyıklı, pehlivan vari gücü kuvveti yerinde olan biri sinsi sinsi gülüp; Fadiğin koşarken zıplayan göğüslerine yönelttii bakışlarını. ''Namussuz!'' diye fısıldayıp, çayın sonunu başına dikti. Alt dudağını ısırıp, başını iki yana sallayarak, Fadiğin  kaybolup gittiği sokağın başına dikti gözlerini. Belli ki dalmıştı.

...

Akşama doğru nahırı kendi ahırlarına dolduran Fadik, yaşlı ve sevimsiz anasının eline söve sıça tutuşturduğu süt kovasıyla tekrar ahırın kapısından içeriye girdi.

Fadiğin dana zamanından sevip büyüttüğü ineği onu görünce, sevinç içinde tepinip ona ses vermeye başladı. İneğin yanına gözlerinin içi gülercesine yanına yanaştı. Onu biraz olsun okşayıp sakinleştirmek, istiyordu. Belli belirsiz kesik kesik kelimelerle ona bir şeyler saydı. Tam dibine odun kütüğünü koyup süt sağmaya eğilirken, bir el tüm gücüyle ağzını bağlayıp, yere yatırdı. Saman ve tezeğin taze ıslaklığından sıyrılmak isteyen bu güçlü erkek kolları, Fadiği var gücüylei kuru olan tarafa savurdu. Fadik ne olduğunu anlayamamıştı. Sendelemiş şaşkın gözlerikle adama bakıyordu. Olanları anlamaya çalışıyordu. Ağzından çıktığında anlaşılmayan bir yığın boğuk tümceler yuvarlıyordu kesik kesik sesinde. Adam onun kollarını, yemliğin dirseğine bağladı, dişlerinin arasına urganı geçirip, bir kert düğüm daha attı. Çok korkmuştu Fadik. Gözleri kıvılcım kıvılcım parıldıyor, ağzından köpükler gele gele, var gücüyle çırpınıyordu. Gözlerinin yuvalarından dehşetini kokunun, çaresizliğin rengi belli oluyor, simsiyah kirpiklerinin kenarlarına, sicim gibi yaş oluk oluk birikip, boşanıyordu.

Üzerine abanıp kendisini saldıran adamı tanımıyordu. Kollarının asılı duruyordu. Her defasında ve adamın ağır vücudu üstünr abandıkça yırtılırcasına sızlayan kol kasları, ters istikamette büküldüğü için acı uyandırıyordu. Ne yapsa kurtulamıyordu ipliklerden, alnında biriken burgu burgu terler şaşaklarından yavaşça yuvarlanıyor saç diplerine gelince boynunun aşağı kısımlarına akıyordu.

Kasığında duyduğu acıyla belli belirsiz, bir sözcük ağzına bastırılmış urganın boşluğundan köpürerek çıktı. ''Lala...'' onun için bu söz '' anne'' demekti. Adam işini bitirdiğinde kalktı yeriden, üstündeki sapı samanı silkeleyerek hızla çıktı ahırdan.

Fadik kendi kendine çiğneye çiğneye ağzında bağıracağı bir boşluk oluşturdu. Bağırdı, bağırdı, bağırdı... Nedense kimse duymuyordu, güçlükle sıyırdı koluna bağlanmış ipliklerden birini. Hızla ötekini çözdü, yığılıp kalmıştı oracığa...

Anası herşeyden habersiz geç kalan Fadiğe söve söve açtı ahırın kapısını. Yerde perişan bir şekilde yatıp yığılmış kızın, saldırıya uğradığını akıl edemedi. Yanına yanaşmasıyla kızın başına bir hal geldiğini sezdi. Çöktü... Eteğini kenarından gözüken içliğe anlamsız gözlerle baktı, anlamıştı. Dehşetle irkildi gözleri...

...

Duymayan bilmeyen kalmamıştı, lakin bunu yapanın kim olduğunu hiç kimse için açığa çıkmamıştı. Fadiği ne kadar zorlalarsa zorlasınlar, işe yarar bir ip ucu bulamıyorlar. Delinin bu işi gönlü ile yaptığı söylentilerİ edilip gidiyordu.

Gün geçti, çabuk unutuldu, köy odalarında gizliden gizliye söylenen bu olay. Fadik yine işe koşuldu, Fadik yine köle gibi sürüldü tarlaya, çayıra, çeşmeye, nahıra.

Anası eline birbirine iplikle bağlı iki bidon verip çeşmeye gönderdi. Çeşmenin başında su sırasını bekleyen Fadik, sessizce sırasını bekliyordu. Onun yerine kendi bidonlarını doldurup evine gitmek isteyen kızlardan biri Fadiğe sataştı. ''Kız orospu,çekil önümden, sana bizden evvel su almak düşmez'' diyerek bağırdı. Fadik incitildiğini biliyor fakat susuyordu. Anlamsız anlamsız kızın yüzüne baktı. Kız bununla yetinmedi, sırası gelince öne atılan Fadiğe çelme taktı. Fadik çelmenin etkisiyle, yüzü koyun çeşmenin önündeki taşa kafasını çarptı. Dudağı patlamıştı, kanlar oluk oluk dudağının kanarından akıyordu. Hızla doğruldu yerinden, kızı alıp yere çaldı. Köylülerin onu engellemek istemesine aldırmadan, kızı çamurda yoğurup, bağrındı. Kız güçlükle sıyrılıp, ağlaya ağlaya evine koştu.

Fadik ağzının kanına aldırış etmeden ellerini ağzına götürüyor akan kanı kolunun ayasıyla siliyordu. Bidonlarını etrafındakilere tek bir kelime etmeden doldurdu. Görevini yerine getirmeliydi, fersizlenmiş kollarına taktığı gibi bidonları, birbirine bağlanmış ipliğini dişlerine taktı. Dudaklarının acısı uyuşmuştu sanki, sanki yüreğinin acısından başka ona ağır gelen birşey yoktu. Rüzgara kendini karşı vere vere, asıldı bidonlara. Soğuktan çatlayarak mosmor kesilmiş elleriyle bidorı o kadar kuvvetli kavramıştı ki, yanındaki kızlar birbirini iterek yolundan çekildiler.

Fadik, böyle bir şey yapıp, insanların canını incitmeye kalksa, babası çok sinirlenirdi. Biliyordu bunu, o yüzden kendince saklanma planları yapıyordu. Babası ardından hızlıca eve girdi, odaya sinmiş olduğunu sezmişti, yüklüğün ardına saklanmış kızı kaptığı gibi yere yatırdı. Odanın tahta kapısının zırsasını kilitledi. Kemerini çıkarıp tüm gücüyle vurmaya başladı. Fadik böğürücesine inliyor, babasının ellerine kapanıp, kendisini dövmesine engel olmaya çalışıyordu. Adam kuvveti kesilinceye kadar kızı dövdü. Sonkez Karnına güçlü bir tekme savup, yüzüne tükürdü. Kemeri kenara fırlattı hızlıca. Dışaya çıktı.

Fadik babasnın ardından yüreğinden tüm anlamlar kaybolmuşcasına anlamsız anlamsız baktı.Sonra  tavana kilitledi bakışlarını, yara ve acıdan iyice şişmiş dudaklarının araladı. Yine belli belirsiz birşeyler mırıldandı. Yerden  yavaşça doğruldu, zırzayı babasının ardından kendi üzerine çekti. Yerde duran kemeri kapıp bir sepetin üstüne çıkarak, tavanın tahta sövesindeki çıkıntıya bağladı ip gibi. Boğazına diğer tarafını geçirdi, bir an durup bekledi sadece... Sadece bir an gözlerinden boşalan yaşın, soğuk yuvarlanışını sızlayan yanaklarında duydu. Ayağıyla iteledi sepeti, debelenirken boşlukta, sepet köşeye çarpıp durdu. İri dalgalı kirli saçlarının altında ela gözleri kocaman oldu.

Bedeni pelteleşmiş, hırıltıları giderek kesilmişti. Sonunda bakışları yorgun düşüp yüklüğün kenarına takılı kaldı.