27 Temmuz 2010 Salı

Sus

  Elimi tuttuğu eli, birden kaydı... Hışımla yerinden kalktı.

  Bişeylerin gürültüsü, çığrışan ve hızla koşan adamların sesleri...

  Ortalık karışıyor...

  Titreyen sesiyle; çığlıklarını duyuyorum.

                   ...

Ayakkabımın içinde küçük çakıl taşları..

Dizlerimin dermanı giderek kesiliyor... Yürümek değil bu, olsa olsa sürükleniş.

Paçalarıma kadar her yer ıslak, yorgunum.

Solumak için azıcık dursam, tüfeğinin namlusunun soğuk yüzünü boynumda duyuyorum.

Bacağımdaki kramp; giyotinsi bır bıçak gibi kavrıyor damarlarımı.

Bacağımı tutuyorum eğilip, biraz olsun dinlenmek evet hepsi bu...

 Tekmelemeye başlıyor bu sefer...Yere düşüyorum...

Gözleri cinnet nöbeti gibi kızıl... Çenemi tutmuş bana korku salmak için gözlerime gözlerime bakıyor, boynumda usul usul gezindiriyor namluyu...

_Yalvarırım...Yalvarırım...Bırak beni, gideyim...

Duymuyor; başımı yere savuruyor... Saçlarımdan kavrayıp yukarı çekiyor sonra...

Göğsüm; harlı bir ateş gibi; körüklenerek durmasızın, inip kalkıyor..

Soluğumun derinliği boğuyor boğazımı... Nefes almak; kürel çekmeye mahkum, kıyıya gelmeye için çıprınan, yorgun ve dermansız bir köleymişcesine, ağır...

Ensemi tutuyor elleri, onlar el değil olsa olsa demir bir kepenk...

Giderek boynum aşağıya eğiliyor, direnip dik duramayacak kadar bitkinim...

Yerler ormanın derinliklerinde yığın yığın sararmış yapraklarla dolu...Mevsim kışa döndü neredeyse... Soğuk alabildiğine soğuk...

Bayır aşağı iniyoruz şimdi, yerler ıslak ve kaygan...Sendeliyorum...Yuvarlanmamamk için paltosuna tutunuyorum, tutunduğum yer çamur...

_İlerle, geldik!diye bağırıyor.

Bir kaya oyuğuna yaklaştık şimdi, kenarına tutunuyorum beni içeriye savurdu o an...Sendelememek için tutunduğum o taşın yosunları, avuçlarımda...

 Pacavra gibi savrulduğumda omuzum bir çıkıntının sivri yanına, güçlü bir şekilde çarptı.

İnliyerek, ayaklarına kapandım.

_Yalvarırım bırak ağam, bırak beni, gideyim...

_Kahpe! Yalvaracaksın, ölmek isteyeceksin fakat ölemeyeceksin!

Titriyorum, bana yapabileceklerini düşünüyorum...Ölmek evet ölmek... O bile benim için daha hayır...

Yüzüme güçlü bir yumruk savurdu, kalpazlanarak düştüm.

Yakamdan tuttu;

 _Seni engenek yılanı, soysuz orospu!

Yaklaştı bana, gözlerim tavana kilitli... Nefesini duyabilecek kadar yaklaştı. Gözlerim sıkı sıkı kapalı, o yüzü görmeye dayanamıyorum.

''İster misin?'' diye fısıldadı...

Onu tüm gücümle gireye doru ittim.Dizlerime dayayarak ellerimi, kalkmaya çabaladım...Olmasına fırsat vermedi, saçlarımdan sıyrılmış yazmayı kaptığı gibi; boğazıma dolayıp, sürüklemeye başladı beni.

İki elimi boğazımı götürmüş; bu güçlü urgandan kurtulmak için çırpınıyordum. Hırıltıya dönüşüyortü nefeslerim.

_Boğarım seni, anladın mı boğarım! diye bağırıyordu... Benim daha karşı çıkmayacak olduğuma hükmetmiş olmalı ki bir kaç saniye daha boğazımı sıktıktan sonra bıraktı.

Ferahlamayı çılgınca isteyen akciğerlerim, kendine geldiğine inanmamışcasına, öksürtüyordu beni.

Bu uzun sürmedi, kolunu boğazıma dayadı; çenemi öteki eliyle boynumdan ayırmak istercesine arkaya itti, sonra ağzıma kalın parmaklarını geçirip dudağımı yırtarcasına aşagıya doğru çekti.

Öksürmelerim kesik kesik devam ediyordu, fakat biraz daha rahatlamış gibiydim.

Kulağıma doğru egdi başını... Ağzından alıp verdiği nefesin, yaydığı o müthiş kokuyla birlikte bana:

_Bundan kimsenin haberi olmayacak! Davut' a haber verirsen onu andolsun ki öldürürüm onu, kim inanır sana sana? Kim bu kadar yakının, sana sarkıntılık yaptığına inanır... Sen suçlu çıkarsın! Üstelik onu; gözlerinin önünde gebertirim...

Titreyen bedenim; kesik kesik aldığım nefeslerin hükmüne uymuş, gözlerim faltaşı gibi açık, başımı sallamaya; söyleyeceklerine uyacağımı belirtmeye calışıyorum.

Tırnaklarını gömdüğü dudak etlerimi yavaşça bıraktı.Gözlerimin kararıyor,kalbim çıldırtan bir hızla çarpıyor.

Yakamı  biraz evvel dudaklarıma kenetlenmiş kanlı eliyle tuttu, aşağıya doğru yırtmak için var gücüyle asımayı denedi, fakat sağlam dikişli naylon fıstanım  yırtılmamak için inad ediyordu.

Çıldırmış gibiydi..

Doğrulup; daha güçlü bir hırsla asıldı bu sefer.Yırtılmış fıstanım...Bağırmak istedim...Elini var gücüyle ağzıma bastırdı.

Gözlerimden yaşlar sicim gibi akıyordu...Yeniliyordum...Bunu hiç birşey durduramıyordu üstelik...

Bir ses, bir canlı yokmuydu Allah aşkına?

Ben ölüyordum, ben ölüyordum...

Birden bacağımdaki kramp; çetin bir şekilde bacağımı kavradı. Çekilmez bir acıydı, acısıyla bacağımı yavaş yavaş böğrüme çekmeye başladım, o ise göğsümde debelendiği için bir türlü fırsat vermiyordu buna...Bir an göğsümden kenara kayar gibi oldu, o anı fırsat bilen bacağım tümüyle kasılıp, odun kesildi...

Çılgınca bağırıyor;

_ Bırak ayağım, ayağım diye inliyordum.

Bana  olduğunu anlamak için ayağı fırlayıp; bakmaya başladı.

Ben ise yerde yuvarlanırken; dişlerimi var gücümle sıkıp, garip sesler çıkara çıkara inliyordum.

Üstümdeki hal güçlü bir cinnet nöbeti gibiydi, şaşırmış olmalıydı.

İstediğini elde etmek istiyordu, üzerimde şokun etkisinin geçmesi için yahut başka birşey; beni kollarımın altından tuttuğu gibi duvara çaldı... Başım biraz evvel omzuma çarpan, çıkıntıya çarptı.

Dişlerimi sıktığım için agzımın kenarlarından köpükler geliyor, gözlerimi çıldırmanın son noktasına gelmiş insanlar gibi dehşet içinde açıyor, sonra bayılırmışcasına gözümün karası göz aralıklarımdan kayboluyordu, o ise bu şoku, oyun oynadığımı düşünmek istediği için  kabul etmek istemiyor''açsana bacağını orospu'' diye bağırıyordu.

Büyük bir kalası, bacağıma tüm gücüyle vurmaya; aklınca böğrüme gelen ayaklarımı geriye çekmemi, sağlamaya çalışıyordu.

Bu sefer daha çekilmez olmuştu acı, bayılacak gibiydim ,bacalarımın kendi kendine açılması olanaksızdı.

Yanımda çöküp; elleriyle dizlerimi zıd yönde yavaşça germeye çalıştı, dakikalarca sürdü bu.

Bacaklarımı bir daha böğrüme çekmemem için, güçlüce yüklendi üzerlerine.

Boynuma yapışmış, hayvansı bir hırıltı ve terin kokusu ile hükmünü yerine getirmek için acele ediyordu.

Kasıklarımdan  oluk oluk bacağlarımına doğru akan ılık  kanın sıcaklığını duyuyordum..

Öksürmeye başladım, bu öksürme öğürtüye döndü.

Kusuyordum ağzıma dolan kusmuğun beni boğmaması için yan tarafa doğru döndüğümü anımsıyorum.

Tüm bedenim uyuşuyor şimdi...

 Beni ölüme çağıran o tatlı uykunun ''bana doğru gel  diye '' diyen fısıldayışını duyuyorum ve ben ona gelmek için çıldırtan bir özlemle acele ediyordum.

...
Sinek vızırtıları evet sinek vızırtıları.

Burnumun deliğindeki taze kanın kaynağına varmak için, kana bulanmış kanatlarını içeriye sokmaya çabalıyor. Ötekiler sinekler ise konup kalkıyor burnuma, ağzımın aralığına..

Kendime gelmek için yarı baygınlıkla, açılmaya çalışıyorum.

Boynumun kenarındaki kusmuğun kokusunu... Henüz gözlerim kapalı...

Bana ne oldu? Hatırlamıyorum...Yavaşça gözlerim aralanıyor.

İzbe bir karanlık, küf kokusu  içeriye girmeye çalışan bir tutam esintiyle daha belirginleşiyor... Dışardan içeriye ince ince harelenen ışıkları süzülüyor.Yapraklar yahut ağaçların gölgesi...

Gögsüm üşüyor, avuçlarımın içleri yerin dibinden koparmak istercesine aldığım toprakla dolu olmasına rağmen ellerime göğsüme götürüyorum.

Çıplak tenim, sağ mememden yavaş yavaş pıhtılaşmaya başlamış o derin oyuğun kanı, hareket etmemle yeniden akıyor, parmak uçlarımda topragın ince zerreleri ve kanın kaygan yumuşaklığına gömülüyor.

Işığın geldiği taraftan hışırtı sesi... Biri içeriye giriyor olmalı. ..

Yaprakların gölgesi gözlerimden alındı...Gözlerimi gelen ışık benim gözlerimi kısmama neden oldu.

Gögsümü tutarak, biraz daha doğrulmak istiyorum ama başım döndüğü için kendimi dengede tutamıyorum kendimi.

Yanıma gelen gölgeye dermansız kalmış, boşlukta salınan başı çevirdim.

Gri siyah bir karanlık, kim olduğunu ayırt edemiyorum.

Elleri kavradığı kalası sıkıca tutuyor, anımsama başlıyorum...

Küt diye bir ses...

Sırtıma sırtıma, sürekli sırtıma...

...

Uyandığımda küçük bir hastane odasındayım.

Buraya kaç gündür geldiğim hususunda hiç bir fikrim yok.

Dermansızım..

Bir kolum alçıda, ve vücudumun hemen heryeri sargılarala dolu..

Bana ne oldu? Etrafımda kimse yok gibi... İnledim...

O an sol tarafımda bir kıpranış hissettim.

Davuttu o.

Günlerce beni baş ucumda iki büklüm bekleyen Davut...

Ela gözleri daha irileşmiş, beyazları kan çanağı...Siyah kirpiklerinin uçları ıslak...

Başıma hafifçe dokundu, eğilip usulca alnımdan öptü...

Hislendim...Göz yaşlarım yanağımın yanındaki yarayı sızlatmasına rağmen içli içli ağlıyordum.

Tükenmiştim, herşey bitmişti artık...Onla olan günlerim geliyordu aklıma, harman yerinde bana buğdayları alıp alıp fırlatışları, çadırda başımı gögsüne dayayıp uyuyuşlarım. Her şey ama her şey; küsüşlerim barışmalarım...

Dudağıma aprmağıyla dokundu... Sus dercesine işaret etti bana.

Sustum...

Darmadağınık saçları ve sakalı birbirine karışmış bıyıklarının altındaki dudağının titrediğini görüyorum,  dudağını dişlerinin arasına alıyor, amansızca sıkıyok dişlerini....

Yüreğinde biriktirdiği simsiyah öfkenin dumanına, göğsünde harelenen ateş karışıyorcasına; bana bakıyor ve bakışları; suçlunun kim olduğunu gizli bir fısıltıyla soruyordu.

Bakışları donuk, gözlerinde biriken yaşlar donuk...

_Halime kim?

 Gözlerim... Onlar bir kadının dayanabildiği kadar acının sınırında ve susmaya yeminli bir direnişte...

20 Temmuz 2010 Salı

Nüans

Soytarılar;
Marifetlerini sergilmek istediklerinde bir önceki külahlarını beğenmezlermiş.

Dilenciler;
Bir kaç kuruş daha toparlayabilmek için, en sefil yüzlerini seçerlermiş kelimelerin.

Sanatçılar bunu nasıl yapar?

Nasıl bir boyayla yoğrulmuş bir erbablık; ne tür bir jakoben kokuşmuşlukluk bunun yükümlülüğünü yerine getirebilir.

Yaşamın trajedisini ortaya koyabilmek için; bu tür bir pazara sürmektir kendini?

Parmak uçlarım kayaların altında kalmış, sızlıyor ta içleri.

Dayanmanın çıldırtan gücü...

Yazabilmeliyim bunu, çünkü bu; bir soytarının bana biçtiği rol değil...

Biliyorum;  Menhatın' daki bir köle tacirini, Costa Rica' daki bir fahişeyi yazmaya koyulmanın; mest-ü güzinelerin seçilmiş duygularındaki afaki sarhoşluğuna denk olamayacağını.

Deneyeceğim; Begüm Rokeya' nın yıldızlı gecesini, Emma Goldman' ın isyanına katık edebilmeyi.

Buna inanın.

Bir tek buna inanın...

3 Temmuz 2010 Cumartesi

küçümen pinokyolayımm:)



Yaramazlıkta bir numara küçük tatlı cadalozum Sıla, süslü küçük sincabım Rumeysa.

Arka fondakiler :

Kuzular.