5 Aralık 2010 Pazar

yalan

Bakışları olduğundan daha umarsız ve yitikti. Eğer canını bir şey incitecek olsa sadece kızarıyor, kıvılcımlarını göz bebeklerine çoğaldıkça, herkes ondan kaçıyordu.

Bütün kelimleri bitti, onun söylemeye çalıştığı şey, yankısı olmayan bir sesin artık olmayacağı yönündeydi.

Çok kez bana, yaşamın bir anlamı yoksa eğer, bir derin uykunun çağrışındaki o sukun merhamete ermek istiyorum diyordu. Biliyorum o baştan sona kendine yalancı, yaban gelen her şeyden el etek çekmişti.

Gece yaman yalıyordu yatağındaki soğuğu, bir rahme sığınır gibi kıvranıyor, uyumayı diliyordu; bir kez daha bunu duymamak için..

Ama olmuyordu işte.

Sahtekar gülüşlerin utangaçlığında, ya çoğunluk başını yere eğmiş, ya da gülümseyişleri yaşamın bu bol anlamsız derin oyuklarına yerleştirirken bulmuştum.

Kaçıyordu, kavrayamadığı şeylerden.

Geceyi soyunurken bulmuştum onu, rengi aydınlık ta değildi. Olsa olsa biraz gölge, biraz yitik, biraz sesi olmayan alfabeydi.

Masum uykulara gülümsüyor olsa de hep o aklına gelince o gözleri yeniden doluyordu.

Ben ağlama diyordum, ama o dinlemiyordu.

Sustu...

Başka birşey bilemidiği içindi bu.

Utandı bütün bu anlamsızlıklardan...

Kaçtığını duyuyordum geceleri, kendi şehrinin surlarından. Bir başına ayaz soğuklarda ısınma hevesini de nerden edinmişti?

Bir cam ustası gibi billura sukunla üflüyordu. Renkleri birbirine karıştırdı ve büktü büktü büktü...

Gözlerim kamaşıyordu o renklerin büyüsünü izlerken.

Bu onun için tam bir işkenceydi.

Kokuşmuş renkleri diyordu bu renkler için.

Sizler bakarken, baygın baydın süzmelisiniz billuru, ama ben onu her defasında yere çalıyorum.

Sen çıldırmış olmalısın dedim, hayır dedi gürleyerek; o renkler ki bana yalnızlığımı fısıldamaktan başka bir şey öğretmediler.

O renkler ki, yalnızlığımı perçinledikçe ululuşacağıma dair yeminler ettiler.

İşte ben sizin gözünüzün önünde onu yere çalıyorum.

Donmuştum.

Öyleyece bakıyordum göz bebeklerine.

Titretecekti ölümlüleri bu nefes, çünkü o ölümsüzlüğün sırrını bulmuşçasına huzurluydu.

Bembeyaz ellerini bana verdi, o eller ki bembeyazken kanamaya başladılar.

Dişlerini sıkıyordu direnmek için.

İşte eğer ölmek istersem şimdi, bu ne kolay bir seçim olurdu benim için diye fısıldadı.

Gözlerinden iri iri gözyaşlarının süzüldüğünü gördüm.  Alaya alınmış göz yaşlarını tanıdım.

Sustu, kenetlenmişti göz bebeklerini gerçeğin koynuna.

Ve şimdi diyordu fısıltıyla.

And olsun ki...

Acıta acıta, söke söke...

Hiç yorum yok: