4 Ekim 2010 Pazartesi

Mehmet'e Mektup

Sana bu mektubu yazmak zorunda kaldığım için çok özür dilerim ama bir kararın aşamasındayım yazmam gerekli.

Seni mi, yoksa Fabrikatör Şinasi Bey'in oğlu Ali'yi mi tercih etmeliyimin sorsuna cevap, ayrılık mektubuma bir ön giriştir.

Daha önce nasıl da fark edemedim bilmiyorum, Ali'yi bu kadar sevebileceğimi... Gözlerinin rengi örneğin; yemyeşil, pörtlek pörtlek bakıyor ama olsun. Yeşil değil mi, ona bak sen... Hele o göbeği yok mu, nasıl da yakışıyor...

Öyle tonton ve şeker ki; üstelikte kekeme, çok çok hoşuma gidiyor bu... Bazen yersiz espiriler yapıyor ama olsun, güldürüyor işte. Üstelikte zengin, var mı bundan alası?

Geçen günlerde ailecek bize geldiler biliyor musun? Ne tatlı ne sevecen bir aile bir görsen... Babası da Kayseri'nin ünlü pastırma fabrikatörü.Duymalıydın beni babamdan nasıl anlı şanlı bir merasimle istediğini. Heyecandan dili tutuldu sandık. Peltekmiş meğer; ''Münatipte kızınızı  oylum Ali'ye, ittiyorum'' demedi mi, gülmemek için zor tuttum kendimi.

Şekerliği tontonluğunun yanında, karısının kollarından bileklerine kadar uzanan o kalın bilezikler ayrı hesaptı zaten. Bana bakerken neler anlattılar bir görmeliydin, Marmaris'te yazlıkları varmış inanabiliyor musun? Hatta Newyork'ta, Münih'te... Düşündükçe aklımı kaçıracağım, yağmurlu bir yerdir Münih; nasıl olur da insanın yazlık diye kullandığı orda lüks bir evi olabilir? Hele o otel zincirleri, arabalar, hizmetçiler...

Bu şartlar altında elbette ki Ali'yi seçeceğim. Senin için üzülüyorum,  ama ne değişir?

Biliyorsun ki, babam zengin, ben de zenginliğe alışığım... Oysa sen bir inşaat işçisisin eni konu; iş bulursan çalışır, iş bulmazsan evinde oturursun.

Oysa ben her sabah dadımın tatlı sesiyle uyanır, ufak bir küvet keyfinden sonra, terasa kahvaltıya çıkarım. Ne dilersem onu yerim, keyfime karışan mı var? Omlette pastırma, havyar vesaire oh gel keyfim gel...Evimiz o kadar büyük ve lüks ki... Ben bu lüksü kattiyen terk, filan edemem...

Ne yapacağım sizin avuç kadar evinizde? Her yer eski püsküyle dolu, onları geçtik; o dırdırcı annen, hiç yol yordam bilmeden herşeye kıkır kıkır gülen kız kardeşin... Elleri nasır dolu, kaba kaba konuşan baban...

Yani Mehmet nasıl söylesem, dünya da olmaz bu. Hangi akla seni sevdim bilmiyorum, seni seviyorum diye hüngür hüngür ağladığım günler aklıma geldikçe, nasıl da halime gülüyorum. Ne ahmaklıkmış seni sevmem... Bir deliliktir ettim, ama anladım ki ben aslında seni sevmiyormuşum, nasıl desem arkadaşlığın iyi ama... Hepsi o kadar işte... Bir kere huylarını, evet huylarını hiç mi hiç beyenmiyorum. Çok kavgacısın kesinlikle, öyle argo kelimeler kullanıyorsun ki senin yerine benim yüzüm kızarıyor.

Akşamları kahveye gitme alışkanlığın örneğin. Onca öksürüğün tıksırığın içinde, duman altı maçları izlemeye, hiç mi bunalmıyorsun? Tamam sigara kullanmıyorsun ama bal gibi de sigara kokuyorsun kahvaden geldiğinde. Üstelikte ayak takımının o adamın midesini alt üst eden sigara kokusundan... Maltepe, Birinci...Iııy...

Hoş sabahtan akşama kadar koşturuyorsun ama cicim, hiç mi kişisel bakımın yok? Adam üstün körü bir duş alır evinde hergün... Amma da laf söyledim, sizin evde bakır ibriği her gün ısıtıp, yıkanı verme fikri de pek kolay değildir herhalde.

Ben kaç sefer söyledim sana kumar oynama diye; tamam bir bardak çayına, işin gırgırına oynuyorsun. Ya ilerde çok paran olur da; kumpasçı olup çıkmazsan kumar hanelerden..

Zıkkım gibi de içiyorsun... Şimdilik düğünde seyranda yarımşar bardak, ama ilerde başın sonun belli olmaz. Ayyaş bir koca olmayacağın, hergele olup bir gıdımcık kazanacağın parayı, karıya kıza vermiyeceğin ne malum? Ne malum  beni dövüp, sokağa atmayacağın?

Sözün kısası , ben seni istemiyorum artık.

Mahalleliden parkın orda seni bir takım karanlık kişilerin dövmüş ve fana halde hırpalamış olduğunu duydum. Hani nasıl desem; eğer bir yerlerden, seni döven adamların babamın adamları olduğunu duyarsan dünyada inanma.

Ah canımın içi babam; ne kadar iyi, ne kadar asil, yumuşak kalpli ve ne kadar medenidir bir bilsen! Dünyalar iyisi babacığım bunu kattiyen yapmaz biliyorsun.

Seni dövdüklerini haber aldığı gün abime; '' Bizim damada lokum götür de, iyice yumuşamış mı diye sor'' diye tembihledi.

Bilyor musun sana dayak atıldığı gün aksilik bu ya bende merdivenlerden kaydım, bacagımın birisi de kırıldı. İşte aksilikler geldimi üst üste geliyor, gözümün biri de morardı.

Çok hoşuma gitti bu renk, öteki gözümü de farla ben boyadım. Babam bana gülerek, böyle çok daha çekici oldun bile dedi.

Biliyorum ki bir zaman sonra; annesi babasına haber vermiş te, kızı bir güzel abisine dövdütmüşler sonra odaya kilitlemişler diye duyarsın. Ayol abim askerden yeni geldi, böyle bir şey yapar mı? Dağda bir hafta kar yemişler açlıktan... Pek muhlisleşmiş, pek yumuşamış....

Ya da annesi aklına girmiş de, Ali ile onu başgöz edeceklermiş diye duyarsın... Seni çok sevdiğini kaç kez anllattı bana. Benim annem bir melektir biliyorsun. Öyle şeyler için dünyada karışmaz bana.

Pastahane de ikimizi sarmaş dolaş gördüğünde yaptıkları neydi peki annenin diyeceksin. O gün sana anlatmamıştım. Benim yanımda seni gördüğü için ayyakkabısını fırlatmamış. Ayağına kertenkele girmiş meğer inana  biliyor musun? Pastahanede kertenkelenin işi ne deme... Ben de bilmiyorum... O heyecanla ayakkabısını fırlatmış, tersine ayakkabı senin kafana geldi, mazur gör...

Çok şişmişti ama ne yapalım,helal et hakkını..

Sakın sakın senden ayrıldığım için deliler gibi ağladığımı, babamın zorundan bu evliliği kabul ettiğimi düşünme.

Sen o gün kapının önünde bağırıp çağırıp ortalığı yıkmaya çalıştığında, gözlerime toz kaçmıştı da ondan gözlerim kıpkırmızıydı.

Biraz hüzünlendim şimdi, alçıda olan bacağım sancıyor onunla da ilgisi olabilir.

Kesinlikle ağlamıyorum. Kesin kesin ağlamış bu kız mektubun sonlarına doğru satırların mürekkebi dağılmış , adım başı su damlacıkları diyeceksin.

Ama onlar kardeşimin su tabancasından cıkıyor inan.

Kendine iyi bak olur mu?

Benim için üzülme. Ben heyecan içide Ali ile evleneceğim günü bekliyorum.