5 Ekim 2010 Salı

Hırsız Kedi

Dokunulması zor, fakat istekleri sürekli göz ardı edilen bir çocuk olarak büyüdüm ben. Bir çocuk neyi ister bir düşünün... Oyunu, oyuncağını, lolipop şekerini, o elbiseyi, o ayakkabıyı... Misal benim ömrüm boyunca alınmamış, Eser marka beyaz spor ayakkabı hayalim vardır. Ya da oyuncaklar... Evet onlar... Onlar ki geçmişimdeki düşlerimin en tatlı hülyalarıdır. Çocukluğumun en belirgin; aynı zamanda sürekli, ertelenmiş bir dürtüdür onlara karşı beslediğim his. Bu öyle bir dürtü ki ne zaman bir oyuncakçının önünden geçsek, camına burnumu dayar yamulmuş ve vantuslaşmış bir şekilde, tutkumun o garip heyacanı içinde, omzuma vurulan bir dürtükleme ile kendime gelirdim.

Bütün çocukluğum boyunca en büyük özlemlerimden birisi, oyuncaklarla dolu bir odamın olmasından ibaretti. Bu fantaziye o kadar çok takılmış, öylesi kendimden geçmiştim ki; yaz tatillerinde Erzurum' dan Yalova'ya babamların yanında vakit geçirmeye geldiğimde; mahallede ilk arkadaşım olan Güzide'ye kelli felli yalanlarımı, yenilir yutulur olmayan cinsinden olanlarını üstelik, palavranın biri beş para türünden anlattığımı anımsarım.

_Biliyor musun Güzideciğim, benim Almanya'da dayım var. Onların eve giderim hemen her sene, ( elimle önümdeki inşaar arsasını işaret ederek) te şu kadar bir odam var. Oranın adı oyuncak odası. Çok eğlenirim o odada ben diye başlar; zihnimde en ufak noktasını dahi hesap ettiğim bu renk cümbüşünü teker teker anlatmaya başlardım. İçinde küçük küçük kadar evlerden bir mahalle inşa eder, arabalar, marketler, türlü teknoloyik ergumanlarla süsler Güzideyi mest ederdim. Öyle bir mestti ki, Güzide her anının hayal ve palavrayla dolu olduğunu bildiği halde, müthiş bir şekilde haz alıp anlatmamı tekrar tekrar istiyordu benden. Benim gibi profosyönel bir yalancıya karşı duyduğu hayranlık onu ilerde her haftasonu yabancı ülkelere özel helikopteriyle uçtuğu yalanına kadar bile götürdü. Onunkisi pek pirim bulmadı, çünkü oyuncaklar biz çocuk dünyasında bir helikopterden daha çok cezb etme gücüne sahipti.

Gerçek ise bütünüyle acıydı. Bizim evde yalnızca oyuncak ayım ve yüzü korku filimlerindeki Caki'yi andıran, Rus pazarından alınma; sarı saçlı oyuncak bir bebekten daha fazlası değildi. Bebeğin üzerinde öyle farklı deneyler yapıp, öylesine hayal gücünün sınırlarını zorlamıştım ki, kimse onun o acı bir işkenceye şahit olmuş yüzünü görmeye tahammül edemiyordu.

Yüzüne farklı tarzlarda dövme yaptığım yıllarda henüz yaşım beşti, ve sonra saçlarını gizlice kesip büyümesini beklediğim yıllarda bu senelere denk geliyor. Dudaklarının arasını yarıp, içine çay kaşığıyla suyu ağzını açarak iştahlı bebeğime içirebileceğimi fark ettiğimde de aynı yaşlardayım. Bundan çok kısa bir süre sonra fark ettim ki, bebeğim çişini yapmakta zorlanıyor, böbrekleri iltihabik bir enfektüs geçirmesin diye poposuna kızgın bir demirle delik açıp boşaltım sistemini ferahlattığım yıllarda ise henüz yaşım altı.

Böylelikle bütün o altını ıslatan, mamalarını cop cop emen oyuncak bebek modelleri, benim keşfimle gün ışığına çıktılar.

Sözün kısası, kartondan yaptığım buzdolabı, evden aşırdığımız çay kaşıkları, tabakları, türlü pet şişeler ve envai çeşit püsür, bunların hepsi ama hepsi; okula giderken Mumcu Caddesinin o mümtaz yokuşunda gördüğüm oyuncakçının, hayallerimi tırmalayan yaratıcılığı ile ilgiliydi.

Oyuncakçı; oyuncakçılık ve çocuk sevme ikilisini bir arada tutamayan daha o yaşlarda kitap kurdu olmayı başarmış Kemallettin Tuğcu profiline uymayan; şişko ama sevimsiz bir tipti. Her zaman o yokuşu çıktığımda dükkana uğrar, oyuncakları daha yakından görebilmek için; bakınıyormuş gibi yaparak, oyuncakların fiyatını sorardım.

Adam her seferinde beni tersleyerek; senin paran bunlara yetmez, çık git almıyorsan diye azarlar. Ben kapıdan mahsun mazlum çıkarken, gelen yağlı müşterilere el sıvayıp buyur ederdi. Bütün hayalim, bir gün çok zengin olup şu adamın dükkanını kendi paramla almak; '' Noldu şişko pattes, işte dükkan benim oldu'' diyebilmekti.

Gel gelelim ki aradan günler geçiyor ve ben hiç zengin olamıyordum. Bir gıdım bozukluk elime geçse evdekiler kumbara hesabına parayı kumpas ediyorlardı. Bütün bunlara rağmen evdekiler halıların altına benim için hazine hükmünde paralar koyarlardı da, ben onuruma bunu yediremediğimden acımdan gecereceğimi bilsem, asla el sürmezdim.Bu sebeple evde birşey kaybolduğunda, hiç kimse benden şüphelenmez ve çalanın kim olduğunu öğrenebilmek için; bilimum şüphelilerin izini zürmek adına beni hafiyeliğe yollarlardı.

Günlerden bir gün evdekilerle beraber Canan Teyzelere giderken, yolumuz o zalim Mumcu Yokuşuna tekabul etti. Bizimkiler dürtükleyerek oyuncakçıyı gösterdim. İçeriye girip birşeylere bakma isteğimi, çocuksu bir hevesle tekrarladım ama onlar beni çekeleye çekeleye, dükkanın önünden koparıp, yolumuza devam etmeyi yeğlediler. Oyuncakçıya karşı kendimi çok ezilmiş hissettim, içimden koca bir buzulun kopup bilinç altı katmanlarına kaydığını ve müthiş bir üzüntü yaşadığımı anımsıyorum ki oyuncakçının yüzüne bir daha bakamadım.

Biraz daha ilerledikten sonra Canan Teyzelerin sokağa büküldük. Mahalle bakkalı tam sokağın başında ikamet etmekteydi. O anların hızla geçen saniseleri içinde, bakkalın camının hemen dibinde; merdiven altı imal edildikleri her hallerinden belli, küçük küçük sepet şeklinde çantacıklara ilişti gözüm. O heyacanı ve o anki mutluluğumu asla tarif edemem; öylesi sevimli ve büyüleyicidiler ki, bu sefer bir öncekinden daha hırslı var bu sefer kaybetmek istemediğimi tüm ruhumla durumsadığım için var gücümle asıldım. Sadece bir tanecik istiyordum ve çok çok ucuzdu. Bu sefer kolumu kökünden koparırcasına hırslı bir güçle ve yenemediğim bir inatla beni Canan Teyzelerin merdivenlerine doğru sürüklediler. Hüzün ve kızgınlık boğazıma düğümlenmiş olarak eve girdik Hiç kimseyle konuşmadan bir köşeye sindim ve tüm nefretim ve her an ağlamaya hazır bir psikolojıyle bizimkilere hırsla bakıyordum. Canan Teyze bebeği salonun ortasına yavaşça koyarak, oyalamamı tenbihledi. Bir süre sonra dışardan hırdavat poşeti gibi duran, kırık dökük oyuncaklardan oluşan oyuncak kabını, halıya döküp yanımızdan ayrıldı. Aman Allahım o da ne? Oyuncakların arasında benim biraz evvel bakkalın önünde yalvarırcasına istediğim o minicik çantalardan biri. Rengini bu gün bile unutmam, kahve rengiye yakın koyu bir turuncuydu. Minicik bir tutacı var, öyle tatlı ve şeker bir tipteki anlatamam.

Oynadım, oynadım, oynadım... Mutluluktan öpüp kokladığım bile mümkündür. Bu minicik çantacığa olan şevkim arttıkça arttı. Gitme saatimiz geldi ama ben de tık yok, avucumda sımsıkı tutuyorum oyuncağı. Canan Teyzenin, red edileceğimi bildiğim için istemekten de utanıyorum onu. Dünyada vermez  falan filan derken, şeytan ruhumu mağlup etti, çalıcaktım onu; başka yolu yoktu bunun. Heyecanımı teskin etmeye çalışarak etrafı kontrol ettim, yavaşça minik çantayı cebime attım. Kıydırmayı sorunsuz bir şekilde hallettiğim için derin bir nefes alarak, etrafa bol keseden sahte gülücükler saldım. Biraz daha oyalandıktan sonra, Canan Teyzelerin dış kapıdan kendimi sokağa attım.

Eve geldiğimizde onu saklamak için, dikiş makinasının altlarında bir yere oynayamadan yerleştirdim. Ertesi gün oldu, ama benim yüreğim ağzımda, her şey hırsızlık suçumu araştırıyor gibime geliyor. bir ön sezi olarak işlerin iyiye gitmeyeceğini yaptığımın yanlış olduğunu hissediyorum. Ama ne değişir? Olan olmuştu.

Dikiş makinesinin üstünde duran telefon acı acı çalmaya başladı. Malum olur ya bazen insanın içine, ben tuhaf bir tedirginlikle ahizeyi kaldıran yengeme bakıyorum.

_Alo, iyim Canan sen nasılsın? Oyuncak çantamı? Vallahi bilmiyorum... Bilmiyorum ki, o böyle şeyleri yapan bir çocuk değil ki. Anladım ama eğer bu olsa bile unutmuştur Ayşe cebinde. Muhakkak öyle olmuştur canım. Hadi görüşürüz.

Çat kapadı telefonu... Meraklı gözlerle baktı bana, o minicik naylon çantayı alıp almadığımı sordu. Böyle bir şeyi hatırlamadığımı söyledim, başımı önüme eğip ödevimle ilgilenir gibi yaptım. Çıkar çıkmaz vicdan azabı başladı, bağırarak ne olmuş diye sordum mutfaktaki yengeme. Yengem benim yaptığıma ihtimal vermediği için gayet rahat küçük Semanur'un ortalığı yakığ yıktığını, ille de o oyuncak sepeti istediğini söyledi. Canan Teyze  küçük bir çanta için kesinlikle aramazmış ta; ( ki kesinlikle yalan ) merak etmiş alıp almadığımı.

Bir yandan Canan Teyze'nin bu utanç verici çingeneliğine içimden bin küfür basarak, öte yandan evdekilere lanet okuya okuya; dikiş makinesinin dibindeki avucuma anca sığabilen biricik hazinemi özlem ve doymamışlıkla okşadım. Ayrılık vakti gelmişti. Yengemin şaşkın bakışları arasında mutfağın tezgahına hışımla bıraktım.

_Cebime düşmüş, Semanur ağlamasın, gidip Alladdin Amcam versin, diye mırıldandım.

Mutfağın kapısını büyük bir gürütüyle şangırt diye kapayarak, utanç içinde sokağa çıktım...