9 Ocak 2009 Cuma

Son Duyuş

Nazenin taşlarının canını incitmek istemeyen geçişleri gibi, sessiz yumuşak ve dağınık fısıltıların içinden geçiyordu sukut...

Cağlayanın yüreğiydi bu.

Başka bir yerde özlüyordu adam...

Alev alev yanan başını camın soğuk yüzüne dayanmış, şehrin parıldanışlarından, alaca karanlıklara bulanmaktaydı düşünceleri.

Uçurumlardan alınmış canını, sert geçen fırtınaların, üfül üfül esen rüzgarların, üşümüşlüğünden kurtulmak istiyordu, alabildiğine...

Saat vurmaktaydı ağır ağır...

Sırtını yıkılmasından korkmadığı bir dağa, güven içinde dayamak istemişti.

Oysa şimdi, soğuk kaldırımlara yağmur düşüyordu.

Acıması yoktu yağmurların...

Neden di bu?

Yaraları acıyan adam bu senden dedi...

Sonra vazgeçti...

Bir an için dur dedi, hayalinde ki su perisine. Bir an için dur...

Kavgaların sussun içimde!..

Ayaklarının altından yer kaymaktaydı, topraklar avuç avuç yığılmaktaydı umutlarına adamın...

Eski bir anı dillenmekteydi gecede...

Islak nemli toprak kokuları dolanmaktaydı ruhunun dehlizlerine.

Bin kez ölüyorum demişti peri, bin kez kulak tıkamıştı çığlıklarına...

Acının sonsuzluğunu duydu adam, niye bunu yapabildiğini soruyordu kendine.

Acıları boğazında düğümlendi.

Yumak yumak, düğüm düğüm...

İlk kez diyordu adam, ilk kez ve sona o kadar yakın...

Uyur gibi çaresizce kirpikleri düştü, ağır ağır geceye.

Kış ve alabildiğine soğuk gecede, artık ışığın renklerini birer birer sönüyordu..

Ölmemek, dirilmek ve sonsuzluğu duyma sancısıydı bu...

...

Küçük su perisi,

Kıyılarından geziniyordu, her vuruşta geçmişi silen kumsalın...

Sonsuzluğu yudumluyordu...

Güneşin sıcağına tebessüm eden su perisini, yanaklarına henüz çiğ düşmüş beyaz papatyaları ilk kez böylesi bir duyuşla seyretmekteydi adam...


Öyle içten, öyle olduğu gibiydi ki küçük su perisi...

Savunmasız kanatlarının sızılarını duydu ruhunda...

Ölümün nabzı damarlarında gezinirken, dudaklarına acı bir tebessüm yayıldı adamın...

 Acı ve kanatan bir tebessüm...

Acıların tümünden habersiz küçük su perisi, avuçlarındaki parıltılardan yüreğine serpiştiriyordu çocuksu tedirgin.

Niçin yapıyordu bunu, hayallerinden bin kez kovmasına rağmen?

Niçin sevdiğini bilmeyen adam aklına tekrar sordu o olunmazı...

Gözlerini kapatıp ellerini şaşaklarına dayayınca gerçeğine lanet savurmak geçti içinden...
...
Seni sevmek..
...

Ruhunun labirentlerinde ruhsuz bir yığın aldanışın onu yalnız bırakıp gittiklerini düşündükçe yalnızlık çöktümüştü ruhuna...

Geceden ve üstüne yürüyen binlerce kavgaya inat, bambaşka bir yalnızlıktı bu...

...

Su perisi eğilerek; titreşen hüznün, ölümün çaresizliğine dokunduğu gibi, derin bir iç çekişle öptü yüreğinden...

Küçük beyaz elleri, saçlarındaki poyraz esen ölümlü direnişlerde gezinmekteydi...

Bir çift damla, su perisinin yüreğinin yangınlarından aynı anda adamın yanağına düştü.

Bir çift acısını özetleyen kavga!...

Yenilgilerinden arda kalan...

Adam çaresizliğin ne olduğunu ilk kez duyuyordu...

Ellerini sayılı nefeslerine inat, hayaline süzülmüş su perisinin, kömür karası saçlarına dolandığını hissetti.

Zerre zerre kaybolmaktaydı gören gözlerinden o tatlı düş...

Gözleri kesif parıldanışlardan karanlığa gömülmekteydi yudum yudum...

Tüm aforızmalarının kilitlenmiş sorular...

...

Aşk çaresizlik tutsaklıklar yığınıdır, sonsuza hiç ölmemeye yürüyen prangalı hasret türküleri...

Üşüdüğünü kabul etmesende titriyor yüreğin,

Zehrin acısını yudumluyor gibi,

Son bir duyuş bırakacağım sana...

Tutsak...

Keşke, bileydin.

Ölümün kıvrımlarında gezinirken ruh,

Nefeslerine dair artık çok şey bilmektedir...

Çaresizlik, alabildiğine çaresizlik.

Hiç yorum yok: