19 Mart 2009 Perşembe

Firuze


Adam, yeşilliğin ortasında oturmuş kır çiçeklerini toplayan genç kızı izliyor, beyaz uzun elbisesinin eteklerini biraz toplamış, şakırdayan ırmaklar gibi durmadan konuşuyordu Firuze.

Çocukluğunun ışıl ışıl beyazını andıran gözleriyle avuçlarının arasındaki çiçekleri uzattı Deniz'e.

Adam gülümseyerek aldı kır çiçeklerini.

Ne kadar güzel... Tıpkı yüreğin,

Sussan çocukluk ayazı bir ağlama sesi,

Konuşsan baharda sevişen erguvan çiçeği...

Küçük ve beyaz şehrim...

İnsan ne için yaşar söyle bana?

Bilmiyorum dedi Firuze...
Üşüyorum...

Sadece ve bunun için pervane gibi ateşine koşuyorum...

Duymuyorum gökyüzüm, hiç birşey duymuyorum...

Ölecek miyim ben?

Yüreğiyle bağlandığı saçlarını gömerek yüzünü, ölmeyeceksin Firuze dedi.

Sen hiç ölmeyeceksin...

Denize bakar gibi baktı genç kız adamın gözlerine.

Işıldadı tüm ruhunda beyaz...

Kurşuna dizilmeye gün sayan bir ruhun, ölümü idrak edemeyişiydi bu... 

Sesi titredi Firuze'nin.

Kayboluyorum Deniz, kayboluyorum...

Sus...dedi adam.
Kanatlarını geren bir kuş gibi, sarıldı genç kıza.

Ah benim akşamüstü çiçeğim...

Yakut mudur yüreğin?

Bu ne çırpınış ellerinde ki?

Ellerin güvercin kanadı kadar beyaz,

Yanakları nazlı bir gelincik çiçeği...

Nasıl gideyim söyle?
.

Hiç yorum yok: