Bedeni susuz, yüreği umut.
Mavi siyaha dönüşüyordu oysa,
O bunu bilmedi, bilemezdi de...
...
Feraye'nin uzun parmaklarının yuvarlak pembe uçları; suya, denize, düşe dokunuyor ve her defasında yakamozları yakalamak isteyen martıların, çığlıklarını duyuyordu.
...
Boğuk ve anlaşılmaz bir ses.
Lime lime olmuş kadar keskin, geçip gittiğini duydu soluğunun...
Soluk ve beyaz teninde ölüm ilk nefeslerini kanı çekile çekile ilerliyor, son baharı haber alan soluk yapraklar gibi, elleri istemsizce titriyordu.
Sese cevap vermedi..
Çetin ve soğuk geçecek bir kışa, geç kalınan sancıların ilk doğumuydu bu...
Simsiyah gözleri yere mıhlanmış, ne bir milim ileri, ne bir milim geri.Tıpkı beyaz köpükleriyle dupduru bir çağlayanın,
Kayalıklara vura vura gelişinin, çıldırtan sesiyle donuk...
Kayalıklara vura vura gelişinin, çıldırtan sesiyle donuk...
Uçurumun kenarındasın!diye haykırdı adam.
Aynı anda kan içinde kalmış minicik ayakları yerinden kopacağını bilmediği kaya parçalarına adım atıyordu.
Bir an...
Tek çığlık...
...
Adam kalbinde güneşin kavurduğu vahaya düşen; hüzünlü, yakan kavurucu bir ağrı hissetti.
Genç kızın adım atmadan evvel, gözlerinden yanaklarına doğru inen, iri billur tanelerinin boğazında düğümlenişiydi bu...
Gözlerini kapadı...
Olduğu yere yığıldı.
...
...
Üşüdüğü gecelerdeki minicik ellerini, çocuksu gülüşlerini, tatlı su rengindeki
yanaklarını, kiraz çiçeklerinin fısıltısını andıran kısık sesini duyuyordu yeniden.
Gökyüzü seni seviyorum.
Gökyüzü seni çok seviyorum...
...
''Yaşamaksa alnı dik ve mağrur seni sevmeyi gerçekten başarabildiğim için hiç utanmadım sevgili...
Ateş dolusu bir çemberden, beyaz ve katıksız sevgine yürüdüğüm bu yolda, buğulu gözlerin aklımı istila ettiği hiç bir an affetmeyeceğim seni..
Bitti sevgili...
Şimdi herşey bitti...