Uzanan kıvrılan, sonra dağılan yollar bilir misiniz?
İçinde parçalanırcasına yırtılan hazin hikayelerin, yıllar sonra asla unutulmamış yara izlerinin ne demek olduğunu hangi ercai anlayabilir ki?
Hayat çığlık çığlığa mutluyken değil, onun sert acıtan yanlarının, yüzünüze çarpmasıyla idrak edilen kendine getiren birşey.
...
İlhan'ı o ezik çocukluğun içimde kalmış en masum prensi olarak hatırlıyorum.
Soğuk bir Eylül sabahı yolda yürürken onlara ilişti gözüm...
Kirli gocuğunun rengi solmuş şapkasını üşümemek için önüne doğru çekeliyor, birşeyler konuşuyordu durmaksızın.Yanlarına yaklaştığımda;
_Merhaba ufaklık dedim (burnuna ellerimle dokunarak), nereden geliyorsunuz böyle abla kardeş, söyleyin bakalım?
Ablası hafifçe başını eğdi o utananan konuşmaya çekinen siyah gözleri yere düştü, belki birşeyleri söyleyip söylememe arası gidip geliyor, ne söyleyeceğini pek bilemiyordu..
Doğulu ve bir türlü düzgün konuşmayı beceremediği lehçesiyle;
_Hasteneden gelirik dedi, İlhan'ın beyninde dedi kekeleyerek,
ne bilim işte birşey varmış, ( kesik ve ötekilerden kopuk bir halde) gafası agirir durmadan..
İlhan, hiç birşeyi anlamayan o masum beyaz yüzüyle bana bakıyordu o an.
_Ne varmış, ne gibi birşey Halime?
Benden birkaç yaş küçük genç kız rahat davranmaya çalışıyor ve birşeyler olduğunu belli eden, tedirgin gözleriyle bana birşeyleri fısıldıyordu sanki..
İlhan'ın yanında konuşamayacağımız düşünerek, şakayla karışık uzaklaştırdık yanımızdan.
Halime titrek dudaklarıyla;
_Caney diyiylerki ur varımış gafasında! Ur gurban ur, yaşamaz diyiy doktor, ah ander galasıca acı bizimi bulur söyle?
Ne diyeceğimi biliyor değildim o an...
İçimden büyük bir buzulun yavaşça kayıp suların derinliklerine inişi gibi; anlatılmaz, garip, iç yakan bir acı duydum...
Gözlerine baktım Halime'nin.
Simsiyah gözleri çare arar gibi umutsuzca bana bakıyordu.
_Üzülme Halimem yaa Allak büyüktür, diyebildim soğuk titrememek için çırpınan bir ses tonu ile...
....
Bir kaç ay sonrasıydı, onların evindeydik yine.
İlhan bir köşede ayakta duruyor; ara ara önünde durmadan yaramazlık yapan amca çocuklarına, birşeyler söylüyordu.
Dedesi İlhanın yanağına ak sakallarını dayayıp, küçük bir öpücük kondurarak;
_İlhan'ı oyuna alın diye seslendi ötekilere.
Öteki çocuklar, hasta olduğunu bildikleri için onu incitmiyorlar, ortaya aldıkları İlhan'ı güldürüyorlar, eğer vurmaları gerekirse hafifçe dokunuyorlardı.
O ise bazen yere bakıyor, bazen benimle gözgöze gelip gülümsüyordu.
Dedesi bana baktığını fark etmiş olacak ki, yüksek bir sesle bizim tarafı işaret ederek ;
_İlhan hele oğlum de, bu kızlar ne güzel kızlar degil mi? Onlardan hangisini alayım sana büyünce?
İlhan birden yanakları pembeleşti, utanmıştı.
Küçük parmaklarıya beni göstermişti.
Herkes gülüşmeye başladı o an. İlhan'a kızlar takılarak;
_Aşk olsun İlhan bizi niye beyenmedin, o kürt kızı değil, kara değil, ondan he?
Uysal başını yere indirdi ilkin, sonra bakışlarını bana çevirerek belli belirsiz o siyah gözleriyle gülümsedi.
Dedesi ;
_İlhan oğul, Rabbin dualarını kabul eder senin ,dedi. Neyi dilirsen söyle hele? diye sordu.
Dede dedi, elleriniyle havayı gösterek;
_Ben gelen misafirlerimize ikram edecek, hep birşeylerimizin olmasını istiyorum...
Çocuk işte dedim içimden.
Varoşun yokluğunda; çocuklarını başkalarına iyilik etmeye çağıran o ruh, çocukluğumdan beri bize de öğretilen güzelliklerden biriydi.
Biraz daha oyalandı İlhan...Henüz kırkı bile çıkmamış ikiz kardeşlerinin yanaklarını usulca öpüp, dışarı çıktı.
...
Ertesi gün evlerinde o insanın içini yırtarak ilerleyen ağıtları yükseldi göğe...
Yanına gittiğimde bembeyaz olmuş dudaklarıyla, tıpkı akşam olduğu gibi tebessüm ediyordu bana...
Berivan,ah huma kuşum!
.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder