İnsan güzelliğin iz düşümlerini kalemin ucundaki sancılı yüreğe sormuştur bu güne değin..
Kalem yazmaya başladığında; kaleme öğretilenlerden ziyade kalemin öğrettikleri yazana yol kat ettiriyormuş meğer...
Çünkü ruh keşife başlıyor, önceleri bildiğini yazmaya değil...
Kalem kendisine dokunanı esir alıyor ama bu esaret yazan için iki şıktan birini var eder.
Yazan ya veylül deresinde çamura bulanıp yorgunca çekilecektir köşesine, ya yazdıkça büküle büküle yol alan ışıklı bir prizmanın içine hapis olup, ölümün sancıtmadığı bir varlığa bürünecektir..
Bir elmas parçası gibi, sancımaya başlar kalemin ucu.
Sancır ve dokunduğu yumuşacık tenli beyaz sayfaları kanatır..
Sancıya tutunmayan sayfaya, kalem laf söylemez ..
Tek bir şey ister kalem ..
Dirensin...Ama dokunduğum şehrayinsiz akşamlardaki aşklar gibi ikiye bölünsün..
Şeyrayinin ışıkları sönmesini beklemek, ıssızlığın gecesini başlatır bilirsin.
Yıldızların kaleme dokunduğu yerde, sancılarını duymaktır mesele..
Kanarya...
O kabul etti pırangaları..
Ama serçe?
Kahverengi, siyah ve sis..
...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder