Uzak,
Küçük ve beyaz şehir.
Ne kadar üşümüş berrak sularda yıkanmak için çırpınan ellerin.
Ölü bir çiçeğin gölgesinde, çok zaman sonra içimde açan küçük sevgili,
Söyle, bunların hepsi kör bir tesadüf mü?
Bekleyip bekleyip, en son anda geç kalmak...
Sen sustuğunda, gözlerin dolu dolu olduğunda hayata,
Öyle üşüyor ki bedenim...
Öğrendin değil mi?
İki dişlinin arasında nasıl sızlarmış bedenin...
...
İki dişlinin arasında nasıl sızlarmış bedenin...
...
İçimden geçiyor bana akıp giden ruhun,
İçimden geçip gidiyor da, ben ellerinden tutamıyorum o küçük sevgilinin.
Saçların efsuni bir leylak kokusuyla dolu biliyorum.
Biliyorum suskunluğun o kesif nedenini.
Kapımın önünde; gözlerin yerde, öylece durduğun günü hatırlıyorsun değil mi?
Biliyorum suskunluğun o kesif nedenini.
Kapımın önünde; gözlerin yerde, öylece durduğun günü hatırlıyorsun değil mi?
Yere bakıyordun ve ağlıyordun...
Ne içeri gel diyebildim, ne dışarda kal,
Sarıl bana demiştim, hayır diye direnmiştin.
Ah gururlu küçük mor tay,
Nereden öğrendin sen?
Beyaz yelleli atlar gibi, içimde koşturup gözlerime bakmamayı...
Beyaz yelleli atlar gibi, içimde koşturup gözlerime bakmamayı...
Küçük beyaz ellerini doya doya öpebilmeyi ne kadar isterdim bir bilsen,
Küçücüksün Feraye küçücük...
Ne kadar uzak bana kısık kısık kahverengi gözleriyle bakan sevgili,
İçimden git artık,
Sus bir nebze ne olur...
...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder