23 Şubat 2009 Pazartesi
Hatırat Defteru
Büyük softası olan bir evde büyüm ben.
Taş yığma dönemin incelikleriyle süslenmiş bir ev olsa da, kışları damladığı için odaların ötesinde berisinde illaha bir leğen bekleşirdi.
Gömme dolapların, demir kafesli pencerelerin, oymalı merdivenlerin, tereklerin ve hatta tandur evinin olduğu bir ev düşünün.
Dış kapıda demirden dökülmüş iki tane el şeklinde tokmak bulunur. Bunların zarif bir kadın elini tasfir edenine kadınlar vurur, diğer güçlü bir erkek elini andıranına da erkekler vurur ve böylece gelenin erkek mi, yoksa kadın mı olduğu anlaşılırdı.
Divanlarında halı yastıklar, gelinlik etaminleriyle süslü yataklıklar, yerlerde kremit rengi demirci halıları, kilimler, üç oda, iki tane dev gibi sofası olan bir mimari.
Amcamın gıcırdayarak ilerleyen işportacı tezgahi köşeyi dönünce; çığlığı basar, evdekilere türlü yeminler ettirir, bir divanın ardına saklanırdım.
Amcam'a;
_Cumpulli kız kayıp oldu amcası, hele bak ki nerede? diye sorulur.
Amcam yalandan ahu eyvahlar eder, sonra teker teker olmadık yerleri arar, en sonunda divanların ardı aklına gelmiş gibi yaparak, eğilip beni aramaya koyulurdu...
O beni bulana kadar heyecandan kalbim pıt pıt çarpar, çamaşır selesinin kenarından gözüken sığışamamış küçük ayacıklarım yakayı ele verdirdi..
Bulunca beni, ortalığı bir neşedir basar, öpe koklaya çok zor bulduğunu çünkü çok iyi yere saklandığımı söylerdi.
Bende hayıflanır, bir dahaki sefere beni kattiyen bulamayacağı bir yere saklanacağımı ciddiyet içinde söylerdim.
Dolapların birine saklanıp, evdekilerin yüreklerini ağzına getirme planımda fena değildi hani...
....
Ayyaş Kemal'in karısı Canan Yenge komşu kadınlarla laf dalaşına girdiğinde, mahallede nefes dahi alınmaz, herkes faltaşı gibi açılmış gözleriyle Canan Yenge'nin can hiraş bağrışmalarını izlerdi.
Çocuk aklımızla bundan daha sonra özel bir zevk almaya başlamıştık.
Elif bu olayı makara şeklinde hafızasına kayıt yapar, sonra köşe başlarında mahalle kızları Canan Teyze rolünde eli belinde bağırıdı, yırtınır vaziyette;
_Farşımalamat olasan Hüsniye! Ettiğin bulasan, vış aman illallah külli iftira!..
Canan Yenge'nin bu küçük gösteriden haberi olsaydı, kesin bacaklarımızı kırardı.
....
Mahallede kimin kapısına, odun kömür gelse Erkan mektep elbiseleri ile bağıra bağıra bizi yardıma çağırır, çocuk aklımızın oyun merakıyla kamyonun kenarlarında sıkış tıkış vaziyette önce durumu izler, sonra yardıma koşuşurduk.
Bu yardımların birini hatırlarım.
Felçli Mahmut Dede'nin kış için gelen odunlarını hep birlikte kömürlüğe taşımış, sonrasında Hacı Teyze'nin tereyağlı erişte pilavı sofrasına davet edilmiştik.
Evlerine bir sürü çocuk ordusu ilk kez giriyorduk. Etrafta ki herşey ilgi çekiciydi bize göre, biraz lüks geldiğinden kristal lambanın büyüleyici görüntüsünü ağzım açık, bir kaç dakika izlemiştim.
Bakışlarımı bizi köşede izleyen, sönük gözleri çocuk ordusunun üzerinde gezinen Mahmut Dede'ye çevirmiş, ömrüm boyunca hiç unutamayacağım o kül rengi yüzünde bir umut ve mutluluk aramıştım..
Hiç unutamadığım o bakışlar, mecalsiz ve umutsuzluğa yenik düşmüşcesine sönüktü.
Neyse sofra hazırlana dururken, bu kargaşa benim Mahmut Dede'nin umutsuzluğunu unutmamı ve dikkatimin dağılmasına sağladı.
Her yaptığından utanan minicik ayaklarım daha bir birbirine geçer vaziyette,sofranın kurulurken ki ihtiramı izliyordum.
Sorun şuydu; ömrümde ilk kez Amerikan filmlerindeki gibi bir masaya oturmam gerekiyordu,iç sesim sürekli bana nasıl çatalla nasıl kibar kibar yemek yenileneceğinin sorusunu soruyor, bunun tecrübesizliğiyle, ötekilere bakıyordum.
Güç bela masaya oturdum,kah bildiğim dilden, kah bilmediğim dileden yemeğe koyulmuştum ki,sanırım iştahlı görüntümden olucak, Hacı Teyze gülerek;
_İstiyormusun bir tabak daha vereyim Ayşe? sualine hayır manasına gelen bir baş sallamasıyla cevap vermiş, aynı anların, hızla geçen saniselerinde yüreğimden bütün içtenliğimle;
''İstemez olurmuyum,Hacı Teyze, senin ki de laf hani, utanıyoruz şunun şurasın da'' diye geçirmiştim.
Eve geldiğimde yiyemediğim ikinci tabağı içten bir pişmanlıkla anlatmış,bu durumdan Hacı Teyze'ye gülerek bahseden yengeme, bir poşet erişte benim için yengeme hediye edilmişti.
....
Yazları camiye gitme merakının o bitmez heyecanıyla zırıl zırıl ağlamış, büyüklerimle gitmeme müsade edilmişti.
Elif ve bendik küçük olan. Sabah erkenden kalkıp, başıma beceriksizlikle sarılmış bir yemeni, ayağıma çiçekli basma eteğim elimde supara çocukların ardına takılmıştım.
Camimin tarihi ve mistik bahçesi içinden geçerken, sakallı dedeler; bize bakıp bakıp gülüşüyor, adlarımızı soruyorlardı.
Etraftaki yeşil çimenlere bakarken büyülenmiştim adeta. Neden bilmiyorum o gün o bahçenin ömrümde duymadığım çok değişik bir kokuyla ruhumda kalmış izleriyle hatırlarım.
Yukarıya çıktık, kısa boylu orta yaşlı hoca cübbesiyle göründü.Yine yüreğim pıt pıt ötüyor, bakamıyorum bile hocanın yüzüne, hoca eğilerek, adımı sordu.
Omuzlarımı silktim utancımdan. Elif atıldı hemen;
_Cüphanekeyi biliyo ama!..
Hoca o zaman okusun dedi, ben yine aynı moddayım.Başımı yere eğdim iyicene, hoca anladı çok utandığımı, vazgeçti bu isteğinden.
Bakmayın o zamanlar çok utandığıma, sonraları bir açıldım pir açıldım ki sormayın..
Oğlan çocuklarıyla türlü fırıldaklar işlerdim camide.
Birgün aklımıza dahiyane bir plan geldi. Birisi tabutu tersine çevirip içine girecek, bende kızlara o tabutun içinde ölü olduğunu ciddiyet içimde fısıldayacak, tabutun içindeki çocuk hareket etmeye başlayınca, kızların ödlerini iliklerine karıştıracaktık.
Uygulamaya konuldu plan.
Kızlar öğlen molasından yukarı doğru çıkarken, onları elimle durdurup, korku dolu kelimelerimi fısldamamla birlikte hepisi, elindeki suparalara sarılmış bismillah çekeren, tabutlar hareket etmeye başladı.
Kızlar çığlık çığlığa birbirlerini ite kalka merdivenlerden inerken,biz gülme krizine girmiştik...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder